Risale-i-Kudsiyye 1.Beyit
RİSALE’İ KUDSİYYE TERCÜMESI
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد
وآله وصحبه اجمعين .
- BAB
Risale-i Kudsiyye’nin “Eûz-ü Besmele, Hamdele ve Salvele” si beyanındadır.
(Beyt-1)
صغندم ذات حقه كل كيده لم
همان سير الى الله كل ايده لم
يوجه در كاهنه يزلر سوره لم
غریبز کیمسه مز يقدر دييه لم
بو وارلقدان كچوب خقه کيده لم
عزيز سير الى الله كل ايده لم
Allah dostları bir işe: Eûzu, Besmele, Hamdele ve Salvele ile başlardı. Mustafa İsmet Garibullah Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhu) Hazretleri de Risale-i Kudsiyye’sinde böyle yapmıştır.
صغندم ذات حقه كل كيده لم ،
“Sığındım Zat-ı Hakk’a gel gidelim”
“Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin Zatına sığındım.”Sığındım: Kelimesi türkçedir. Arapçası ( عذت) ve masdarı (عوذا) gelir. Bu masdarlar iltica etmek, korun- mak, ecir talep etmek, yardım istemek manalarında kullanılır.
Sığınmak iki şekilde olur: Bir maddi varlıklara -yani ya ratılanlara-sığınmak vardır. Mesela bir gurup çocuk o içlerinden bir tanesi diğerlerini kızdırıp sonra, korkudan anne veya babasının yanına koşsa, bu bir sığınmadır.
Ya da bir insan bir ağacın arkasına saklansa veya eve girip kapıyı kilitlese bunların hepsi sığınmadır. Bir de manen sığınmak vardır, bu sığınma Allah-u Teala Hazretlerine olur.
Zat-ı Hakk’a sığındım: demek: “Allah-u Teala Hazretleri’nin Zatına sığındım.” demektir.
Sığındım, kelimesinde fiil fail bir aradadır.
Zat-ı Hak da mefuldür.
Bu şekilde yanyana gelen kelimelere nahiv ilminde terkibi izafi denir. Birinci kelime muzaf ikincisi muzafun ileyh’tir. Zatı Hak’ka diye okunan bu terkip Türkçe de: “Hakk’ın zatına” diye okunur. Beytullah, Abdullah, Ibn-ü Ahmet gibi kelimeler de “Zat-ı Hak” gibi birer terkiplerdir.
Dil ilimleri her lisanda vardır. Dil ilimlerini de Allah-u Teala Hazretleri yaratmıştır. Dil ilimlerine arapçada “Sarf” ve “Nahiv” denir.
Allah-u Teâla Hazretlerinin kelâmı olan Kur’an-ı Kerim’de sarf ve nahiv ilimlerindeki bütün kurallar en güzel ve en iyi şekilde kullanılmıştır. Insanlar bunları zamanla bularak kitaplara geçirmişlerdir. Bu ilim, dini ilmleri öğrenmeye vesile olduğundan çok kıymetlidir.
Telefon ve telgraf da dil ilimleri gibidir. Bunları da Allah-u Tealâ yaratmıştır. Sonra da bir bir kullarına bulduruyor. Elektrikte böyle. Daha neler varsa hepsini Allah-u Tealâ yarattı. Kullar bunları kendilerine mal etmesinler, edebi terketmesinler.
Anlatıldığına göre bir medrese talebesi vefat etmiş, gömül müş, kendisine telkin verilmiş, ve onu gömen cemaat geri dönmüş. Münker-Nekir melekleri gelip talebeye: ( مَنْ رَبُّكَ) Rabbin kimdir? diye sormuşlar. Talebe de: ( مَنْ) mukaddem haber (رَبُّكَ) muahhar mübteda diye cevap vermiş. Melekler, Alim (ziyade bilici) olan Allah-u Teala Hazretlerine gidip: “Ya Rabbi bu ne diyor.” diye sormuşlar. Allah-u Teala Hazretleri de meleklere:
“Benim kularım benim kelâmımı anlamak için bir takım kaideler öğrenirler, bu da onlardandır, söylediği doğrudur, ona dokunmayın.” buyurmuş. Bakınız “iki kelimeden birinin mübteda, diğerinin haber” olduğunu söylemesi: “Rabbim Allah’tır” demek yerine geçti.
“Sığındım Zat-ı Hakk’a gel gidelim” demekle, Mustafa İsmet Garibullah (Büyük Şeyh Efendi) (Kuddise Sirruhu) Hazretleri: (أعوذ بالله من الشيطان الرجيم) dediğini ifade ediyor. Eûzü billah, mahluktan hâlika dönüştür.
Hayırların hasil olması, bütün belaların defolması hususunda ve nefislerin ihtiyaçlarında tam zengin olan Allah’a sığınmaktır. Ve bunda ( ففروا إلى الله ) “Allah’a kaçın.” ayet-i kerimesinin sırrı vardır.
Burada Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi (Kuddise Surruha) Hazretleri, Risale-i Kudsiyye’sinin kenarına şöyle yazmıştır:
قال الامام ابو القاسم عبد الكريم بن هوازن القشيرى نفعنا ال له تعالی به: سمعت الأستاذ أبا على الدقاق يقول: خرج داود عليه السلام يوما الى بعض الصحاري)منفردا، فاوح الله تعالى إليه ( مالی آراك ياداود وحدانيا) فقال: الهى استأثر الشوق إلى لقائك على قلبی فحال بينى وبين صحبة الخلق.فاوحى الله تعالى اليه; ( ارجع اليهم فانك أن اتيتنى بعبد آبق
. (أثبتك في اللوح المحفو جهبذا
İmam Ebu’l-Kasim Abdül Kerim ibnül-Kuşeyri (Kuddise Sirruhu), Üstaz Ebu Ali ed-Dekkak (Kuddise Sirruhu) nun şöyle buyurduğunu işittiğini nakletmiştir:
“Bir gün Davud (Aleyhisseldm) tek başına bazı sahralara çıkmıştı Allah-u Tealâ ona: ‘Ey Davud! Seni niçin yalnız görüyorum.” deyince, O: Ey İlahım! Kalbime sana kavuşma aşkını (Seninle beraber tenhada olmayı) tercih ediyorum, bu aşk, benimle insanların beraberliğin arasına girerek engel oldu.’ diye cevap verince, Allah-u Teala ona: ‘insanlara geri dön, şüphesiz bana kaçak bir kulumu getirirsen seni Levh-i Mahfuz’ da CEHBEZA (iyiyi kötüden ayıran mütehassis, akıllı, büyük olarak yazarım.” diye vahyetti.” (Burada nihayet buldu).
Ayrıca burada Mevlâya yaklaşmaya acizlikten baska vesile olmadığına da işaret vardır. Hakiki acizliği anlamak, idrak etmek de makamların en nihayetidir (yükseklik bakım dan sonudur).
Kul (insan), eůzü diyerek günah kapılarını kapatır. “Besmele” çekerek taat kapılarını açar. Ariflerin istiāzesi (sığınması) Allah (Celle Celalühü) dan gayrısını görmekten ve kesretin (çokluğun) kendisine hicap (perde) olmasındandır.
Hakiki istiâze sırf söz ile olmaz, onda kalp huzuru ve sözün hâle ve fiile uygun olması lazımdır. Lisan: “Eûzü billah” derken, hal ve fiil ( أعوذ بالشيطان ) “Şeytana sığındım.” dememelidir.
Kalbin huzur bulması da şu ayet-i kerimede buyurulduğu üzere ancak zikir ile mümkündür.
, (الا بذكر الله تطمئن القلوب )
“Agâh olunuz! (Biliniz ki!), kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur (sukûnet bulur).” (Rad Suresi:28) Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullah (Kuddise Sirruhu) Hazretlerinin, kabiliyetli bir müridi olan Ali Sırrı Şem’ullah (Kuddise Sirruhu) ya yazmış olduğu mektupta zikir şöyle anlatılmaktadır.
والمراد عن الذكر عند كل أهل الله الاقبال الى الله والاعراض عما سوى الله بطريق استهلاك القلب بملاحظة ذات الله بعدم المثلية ولابالكنه
“Bütün evliyaullah’a göre zikirden murad, şekilsiz ve misilsiz olarak Allah’ın (Celle Celaluhu) Zatını düşenerek kalbin helak olması (eriyip gitmesi) suretiyle Allah’a (Celle Celalühü) Ya yönelmek ve masivadan (Allah’dan başka her şeyden) yüz çevir mektir.” Zikir işte budur. Herşey arkaya atılacak Insan bunu tam becerirse, ne şeytan ne de nefis kendisine tesir edemez. Mevlana ya böyle yönelmeyi tarikat ehli bilir.
Onlar, Mevlayı zikir ede ede Allah’a yönelir ve yaklaşırlar. O yönelmede ilerledikçe salik (tarikat ehlin) in nazarında dünya ve ahiret yok olur, hatta kendi varlığını bir varlık bil mez. Onun için şeytan ona yaklaşamaz, nefsi de etki edemez.
Şeytan ateşten yaratılmıştır. Nurun yanında ateş yok olur.
Bundan sebep mümin sirattan geçerken cehennem şöyle diyecek:
(جز يامؤمن فقد اطفأ نورك لی)
“Geç ya mümin! Muhakkak senin nurun benim ateşimi söndürdü.”
Insan evvela Esma, Sıfât sevgisine tutulur. Nasıl? Mesela Mevla sana iyilik etti diye O’nu seversin. Sonra bu unutulur, Mevla’nın yalnız kendisi kalır.
Kul Mevla’ya sığınmakla sanki Mevla’nın kucağına sığınıyor. Bu ifadeler mecazidir. Akla yaklaştırmak içindir. Eğer Mevla’ya sığınırsan seni şeytan bulamaz, yoksa camide de, Mekkede de olsan bulur.
Mekke’de bir kardeşimize ders yaparken zuhurat oldu.
Manada görüyorki, adamın birinin elinde bir çuval var çuvalın içine cinleri hamsi gibi doldurmuş. Adam diyor ki: “Bu cinleri bütün insanlara musallat edeceğim.”
Kardeşimiz: “Birşey yapamazsın.” diyor. Adam da çuvalı açıp cinleri dağıtıyor. Ders yapanın her tarafını cinler kuşatı- yorlar. “Bir rabıta yaptım hepsi gitti.” diyor. Tarikat düşmanları rabıtayı hafife alıyorlar. Rabıta biiznillah cinleri defeder.
Onun için kimse rabıtadan şüphe etmesin, rabıta en büyük kaledir, içine giren kurtulur.
Şu ayet-i kerimede de Mevlâ Teâlâ şöyle buyurmaktadır.
(واذكر اسم ربك وتبتل اليه تبتيلا )
“Rabbinin ismini zikret ve bütün mahlukattan son derece kesilmekle ona yönel.” (Müzzemmil Suresi:8) Bir taraftan kalbinde çarşıdaki kargaşalıklar gibi çeşitli vesveseler ve düşünceler varken, bir taraftan da “Allah”, “Allah diyorsan, bu, gafletle zikir olur. Allah’ı kalpteki vesvese ve düşünceleri atarak zikretmelidir.
Peki zikretmeyince ne oluyor? Mevla Tealâ buyuruyor ki:
ومن يعش عن ذكر الرحمن نقيض له شيطانا فهو له)قرین )
“Her kim Rahman’ın zikrinden göz yumarsa (yüz çevirirse) biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o şeytan), Onun yakın arkadaşı olur.” (Zuhruf Suresi:36) Her bela, her günah zikirsizlik (Allah’ı unutmak) tan ileri geliyor. Imam-ı Gazali (Kuddise Sirruh) Hazretleri: “Bir lahza dahi zikirden boş kalanı, yumurtanın beyazının, sarısını kaplaması gibi şeytan kaplar ve o zaman şeytan ona ne olsa yaptırır.”buyuruyor.
Allah’ı niye unutuyoruz? Unutmaya hakkımız var mı?
Bir beyitte:
گر زمان غافل از رحمن شوی آندر آن دم همدم شیطان شوی
“Eğer bir zaman Rahman’dan gafil olursan, o zaman da şeytanın arkadaşı olursun.” denmiştir.
İmam-ı Rabbanî (Kuddise Sirruhu) Hazretleri buyuruyor ki: Allah-u Tealâ bana cin alemini gösterdi, her taraf cinlerle doluydu, her cinin başında da bir melek matraka (sopa) ile bekliyordu. Cin bir insana zarar vermek isteyince o melek matraka ile cine vuruyor. Ancak Allah-u Tealâ cinin kime musallat olmasını istiyorsa ona vurmuyor.
Zuhruf suresinde Mevlâ Tealâ şöyle buyuruyor:
حتى اذا جاءنا قال ياليت بيني وبينك بعد المشرقين فبئس القرين
“Ne zaman ki kâfir kıyamet gününde bize geldiğinde şeytanına hitaben: ‘Keşke seninle benim aramda şarkla gark arası kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaşsın.’ diyecek. (Ayet 38)
İkisi bir ipe bağlı olarak Mevlâ’nın huzuruna gidecekler Mevlâ Tealâ onlara şöyle buyuracak:
(ولن ينفعكم اليوم اذ ظلمتم انكم في العذاب مشتركون)
“Asla size söylediğiniz söz menfaat vermez. Çünkü siz nefsinize zulmettiniz. Muhakkak ki siz azabta ortaksınız.”(Ayet:39)
Allah-u Tealâ unutuldu Ama Allah-u Tealâ bizi unutsaydı helak olurduk. Zikri terketmekten neler meydana gelir neler.
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) buyuruyor:
ان عفريتا من الجن تفلت على البارحة ليقطع على الصلاة فامكننى الله منه فاردت أن أربطه إلى سارية من سوارى المسجد حتى تصبحوا وتنظروا اليه كلكم فذكرت قول أخي سليمان
(ورب اغفرلی وهب لي ملكا لا ينبغي لأحد من بعدى)
“Dün gece şeytan bana musallat oldu az kaldı benim namazımı bozacaktı, onu yakaladım mescid direklerinden bir direğe bağlamayı, hatta sabahlayınca hepiniz ona bakarsınız istedim. (Seni arap çocukları taşlasın dedim). O zaman kardeşim Süleyman (Aleyhisselam) ın sözünü hatırladım.”
“Ya Rabbi bana öyle bir mülk ver ki, benden sonra kim seye lâyık olmasın.” (Sad suresi:35) Onun için Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) şeytanı bağlamadı. Eğer bağlasaydı Süleyman (Aleyhisselam) ın sözü kırılmış olacaktı.
Risale-i Kudsiyye’yi okuyunca anlayabiliyor muyuz, anlatabiliyor muyuz? Yalnız lugat manasını bilseniz de, aferin.
Emek eden anlar, emek etmeyen anlamaz.
“Herkim ederse emek, o akibet bulur yemek.
Etmezsen emek, bulamazsın yemek.”
Bu makamda Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi kada Serrut) şu hadis-i şerifleri yazmıştır
وفي الحديث: من كان لله كان الله
Hadis-i Serifte (söyle gelmiştir); “Her kim Allah için olursa, Allah’da onun için olur. (Allah’a sığınanı Allah korur)
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : من كان يحب ان يعلم منزلته عند الله تعال فلينظر كيف منزلت الله تعالى عنده فان الله تعالي ينزل العبد منه حيث انزله العبد من نفسه
“Herkim, Allah katındaki mertebesini bilmek iste Allah-u Tealâ’nın, kendisi yanındaki yerine baksın, Çünkü kişi Allah’a ne kadar değer verirse Allah’ da ona o kadar değer verir.” (Risale-i kuşeyriye, Sy. 110) (Bu hadis-i şerifler, Allah-u Teala sığınma makamına işaret etmektedirler). (Burada nihayet buldu
همان سير إلى الله كل ايده لم ،
“Hemen seyr-i ilallah gel idelim.”
Seyr: Hareket etmek demektir. Sülük ise, yola gitmek, ilerlemektir. İkisi de ilmin, bilginin ilerlemesidir. Maddenin (cesedin) hareketi değildir.
Tasavvufda seyri sülük, tarikat yoluna intisab ederek (az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak gibi) riyazetle ve manevi vazifelerle meşgul olmak suretiyle, salikin (Allah yolcusunun) Mevlâ ile kendi arasındaki perdeleri aşmak için yaptığı bir hareket-i ilmiyeden ibarettir ki, dört türlü seyir (yürüyüş) vardır:
- Seyr-i İlallah,
- Seyr-i Fillah,
- Seyr-i Anillah,
- Seyr-i Fil eşya
İmam-ı Rabbani müceddid-i elf-i sani (Kuddise Sırruhu) Hazretleri Mektubat isimli eserinin 144. mektubunda bu seyirleri şöye izah etmektedir:
Seyr-i İlallah demek; aşağı bilgilerden yüksek bilgilere ilerlemek, ilimde durmadan yükselmektir. Böylece mahluk (yaratılan) lara aid herşey bilindikten sonra, Allah-u Teala’nın ilmine kadar varılır. Bu bilgiler başlayınca mahlükata aid bilgilerin hepsi unutulur. Bu hale FENA denir.
Seyr-i Fillah demek; Allah-u Teala Hazretlerinin isimleri, sıfatları, şuûn (şan) ve itibarları, takdisat ve tenzihi mertebelerinde ilmin ilerlemesi demektir.
Böylece bir ibare ile anlatılamayan, bir işaretle bildirilemeyen, bir isim verilemeyen, bir kinaye ile söylenemeyen, hiçbir alimin bilemediği, hiçbir idrak sahibinin anlayamadığı bir mertebeye varılır. Bu seyre de BEKA denir.
Seyr-i Anillah: Bu da ilmin hareketidir. Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inilir. Böylece gerisin geri mümkināta (yaratıklara) dönülür. Bütün vücut mertebelerinin bilgilerinden inilir.
Bu seyri yapan ârif Allah ile (beraber olduğu halde) Allah’ı unutur (gibi görünerek insanları irşadla uğraşır). Allah ile Allah’tan döner. Işte bu zât, hem bulup hem kaybeden, hem kavuşup hem ayrılan, hem yakın hem uzaktır.
Bundan sonra, Seyr-i Fil eşya başlar; Bu şehirde ise birinci seyirde kaybolup giden, eşyanın bütün ilimleri yavaş yavaş ele geçer. Bu dördüncü seyir birinci seyrin karşılığıdır. Uçüncü se yirde ikinci seyrin karşılığıdır.
Seyr-i İlallah ile Seyr-i Fillah, velâyeti (veliliği) elde etmek içindir. Bu makam Fena ve Bekâdan ibarettir.
Seyr-i Anillah ve Seyri-i Fileşya ise davet makamini elde etmek içindir. Bu makam ise, aslında peygamberlere mahsustur.”
Bahsedilen bu seyirler insandaki latifelerle yapılır. Latifeler alem-i sagir olan insanın parçalarıdır. İnsan ruh ve beden olmak üzere iki şeyden müteşekkildir. Ruh, âlem-i emirden, beden ise âlem-i halk’tandır.
Âlem-i emrin 5 letâifi vardır. Bunlar, Kalp, Ruh, Sir, Hafi ve Ahfa’dır. Allah-u Teâlâ bunları, “Kün” (ol) emriyle halk et miş (yaratmış) tır. Bunlar madde âleminden değildir. Bu lâtifelerin insan vücudunda bağlı kılındığı yerler şunlardır.
Kalp : Sol göğsün altında
Ruh : Sağ göğsün altında
Sır : Sol göğsün üstünde
Hafi : Sağ göğsün üstünde
Ahfa: Göğsün ortasındadır.
Alem-i Halk’da beş latifeden ibarettir. Dördü anasır-ı erbaa dediğimiz: Su, Hava, Toprak, Ateştir. Beşincisi ise: Nefs-i Natıka’dır.
Bu letâiflerin asılları âlem-i kebirdedir. Alem-i kebir büyük âlem demektir ki, insandan başka olan herşeydir.
Bir salikin (tasavvuf yolcusunun) latifelerinin bu âlemden başlayıp arşın fevkine (üstüne kadar yükselmesi olan seyr-i ilallah’tan maksat; masivanın (kul ile Mevlâ arasına giren düşüncelerin) gayr ve gayriyyetin (yabancıların ve kulun Allah’a olan yabancılığının) ortadan kaldırılmasıdır.
Mevlâ’nın fazl-ı keremiyle mâsiva, sâlikin nazarından tamamen kalkıp Allah’tan gayrıyı görmekten bir nam ve nişan kalmayınca fenafillah tabir edilen manevi rütbe hasıl olmuş olur ve böylece seyr-i ilallah tamamlanır.
Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullah (Kuddise Sır ruhu) Hazretleri, insanoğlunun en hayatî meselesi olan bu seyr-i süluk işinin öneminden dolayıdır ki “Hemen seyr-i ilallah gel edelim” buyuruyor.
Herkese sesleniyor: “Gelin Allah’a gidelim.” diye. Gelmezseniz gidemezsiniz, geleceksiniz ki gidebilirsiniz. “Hemen seyr-i ilallah gel edelim” daima, durmadan Allah’a dek yürüyelim de mektir.
_Burada Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi (kuddise sirruhu) Hazretleri, Risaley-i Kudsiyye’sinin kenarına şöyle yazmıştır:
اعلم أن السير إلى الله تعالى وهو المسمى بمقام المشاهدة والمعاينة هو أخر درجات السالكين وأول درجات العارفين الواصلين مراتب سیر السالك السائر اليه تعالی تنتهي بالوصول الى مقام المعاينة وبعد انقطاع سيره اليه يبتدى السير في الله وهو لا ينقطع أبدا ولا ينتی
“Bilki Seyr-i İlallah müşahede ve muayene (Allah-u Teala yı görür gibi olma) makamı diye isimlendirilen mertebedir.
Bu makam, saliklerin Henüz manevi yola başlayanların) derecelerinin sonu, vasıl olan (ulaşmış olan) ariflerin derecelerinin ise ilkidir. Manevi bir yürüyüş ile Allah-u Tealâ’ya yürüyen salikin seyri (yürüyüşü) muayene makamına ulaşmakla son bulur. Bu yürüyüş bittikten sonra, Seyri Fillah başlar ki, bu ebediyyen kesilmez ve son bulmaz. (Haşiyeyi Şeyhzade , 1/79)
قال المحققون: السفر الى الله له نهاية ، وأما السفر في الله فانه لا نهايت له والله اعلم
Muhakkikler demişlerdir ki: Allah-u Teala’ya olan yolculuğun sonu vardır. Allah-u Teala’da olan yolculuğun sonu yoktur.”
Fahru’r-Razi:106) (Burada son buldu)
و يوجه درکاهنه يزلر سوره لم
“Yüce dergâhına yüzler sürelim.”
“Yüce kapısının eşiğine (Mevla’nın huzuruna) yüzler sürelim.”
Yüce: Yüksek demektir.
Dergah: Kapı, eşik, tekke ve sığınılacak yer manalarına gelir.
Nasıl yüz süreceğiz:
(غریبز کيمسه مز يقدر دیيه لم )
“Garibiz kimsemiz yoktur diyelim.”
“Diyelim ki garibiz, kimsemiz yoktur.”
Garib: Kimsesiz, zavallı ve vatanından uzak, demektir.
Biz garip değiliz, oğlumuz var, kızımız var derseniz, peki kabirde kimimiz var? Mesela bir şiddetli zelzele olsa, kızında, oğlunda hepsi bir anda gider.
Bizler kolay aldanıyoruz. Aslında hepimiz birer garibi. Nasıl mı garibiz? Mevlâna Celaleddin-i Rumi (Kuddise Sirruhu) Hazretlerinin şu dörtlüğü bizlere bunu açıklar:
الروح من نور عرش الله مبدؤها
وتربة الأرض أصل الجسم والوطن
الروح في غربة والجسم في وطن
فارحم غربا كائبا نازح الوطن
“Ruhun mebdei (başlangıcı), Allah’ın Arş’ının nurundandır. Yerin toprağı ise, cismin aslı ve vatanıdır. Ruh gurbettedir, cisim (beden) vatanındadır. O hâlde (Ya Rab!) Garip, mahzun ve vatanından uzak olan ruha merhamet et.”
Mevlana Celâleddin-i Rumi (Kuddise Sirruhu) Hazretleri Mesnevî isimli eserinin ilk beyitlerinde de şöyle buyuruyor:
بشنو از نی چون حکایت میکند
از جدای ها شکایت میکند
“Dinle neyden nasıl hikâye etmede. Ayrılıklardan şikayet yet etmede.” Neyden maksat arif olan insandır. Ruhani alemden ayrılıp, dünyada bulunmasından şikâyet etmektedir.
کز نیستان تامرا بریده اند
از نفیرم مرد و زن نالیده اند
“Kamışlıktan beni kestiklerinden beri. Benim feryadımdan erkek ve kadın ağlayıcıdır.” Kamışlıktan maksat: Ruhlar alemidir.
Arif olan der ki: “Mevlâ Teâlâ Hazretleri sünnetullah gereği beni âlem-i ervahtan, ayırarak dünyaya gönderdiğinden beri sesimden ve figânimdan kadın ve erkek ağlar.
Ney ayrıldığı kamışlığı istiyor da, oraya dönmek için feryad ediyor. Hani biz niye feryad etmiyoruz? Çünkü biz dünyayı sevdik. Allah (Celle Celalühü) kurtarsın.
بو وارلقدان كچوب حقه كيده لم
“Bu varlıktan geçip Hakk’a gidelim”
“Bu varlık (kendi vasıflarımız) dan geçip Hakk’a gidelim.”
Kul, nefis ve şeytanla cihad ederek öyle bir makama gelir ki orada artık kendi vasıflarından hiçbir şey görünmez olur, varlığını dahi unutur, dünya ile ilgisi kesilir, tamamen Mevla’ya yönelir, Fena Fillah olur. Bu ölmeden evvel ölmektir.
Fakat bu hal, ancak bunu yaşayanlar ve buna kavuşanlar tarafından bilinir. Sair insanların bunu anlamaması böyle bir şeyin olmadığı anlamına gelmez.
Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullah (Kuddise Sirruhu) Hazretleri: “Bu varlıktan geçip Hakk’a gidelim.” diyor.
Bizde sahip olduğumuz, bütün malımızdan, mülkümüzden, yüzüklerden, küpelerden, bileziklerden, hatta kendimizden geçelim.
Çünkü bunların hiçbiri bizim değil. Erzincan’a ne oldu hepimiz biliyoruz. Bir zelzele ile sehir yerle bir oldu. Pekçok insan öldü. İmanı olanlar kurtuldu şehit oldu. Gerisine bir şey diyemeyiz, biz karışmayız. Birde Azerbaycan’ı düşünün. Bosna-Hersek’i düşünün. Ne vak’alar oluyor.
Bazan bir mürid geliyor. Dersimi yapamıyorum diyor.
Ben de ona diyorum ki: “Erzincan’ın, Azerbaycan’ın, Bosna Hersek’in başına gelenler mi daha zor, yoksa senin tarikat dersinde tesbih çekmek mi daha zor?”
“Onların başına gelen daha zor” diye cevap veriyor. Ben de ona: “O zaman ne kadar zorlanırsan zorlan, otur, dersini yap” diyorum.
Allah Teâla Hazretleri buyuruyor: “Ya şeriatımı, tarikatımı yaşayacaksınız, ya da belalarımı alacaksınız.” ikisini de almıyoruz derseniz, Allah Azimüşşan size ikisinden birisini aldırır. Dünyada şeriat yaşanmazsa Allah Teâla Hazretleri dünyada belâları verir. Ahiretteki azab ise ayrı.
Eğer şeriat ve tarikat ehli olursanız, size toz konmadan yaşarsınız, sonunda da imanla ölürsünüz. Aksi takdirde kayadan kayaya çarpılırsınız. Tıpkı derinin tabakhanede çarpıldı gibi. Bu işin sorumluluğunu ciddi tutalım. Ama kendimize güvenmek de yok, hepsi Allah’ın (Celle Celaluhu) izni ile olacaktır.
Burada Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) Hazretleri, Risale-i Kudsiyye’sinin kenarına şu ayetleri yazmıştır:
(لن تنالوا البر حتى تنفقوا مماتحبن)
“Sevdiklerinizden infak etmedikçe asla birr’e (takvaya iyiliğe) ulaşamazsınız.” (Ali Imran Suresi:92) (insanın en sevdiği şey kendi nefsidir. Sevdiklerinden vermedikçe takva makamina ulaşamıyorsa kendi varlığından geçmeden Allah-u Tealâ’ya nasıl ulaşacak).
و قال اني ذاهب إلى ربي سيهدين ( ۹۹ ) )
“(İbrahim (Aleyhisselâm)) dedi ki: ‘Şüphesiz ki ben Rabbime gideceğim muhakkak ki O beni hidayet edecektir.” (Saffat Suresi:99) (Bu ayet-i celilede, Mevla Tealâ’ya manen gitmekten ibaret olan Seyri İlallah makamına işaret etmektedir).
(…و جاهدوا في الله حق جهاده هو اجتباكم …)
“Allah (uğrun) da hakkıyla cihad edin. O sizi seçmiştir.” (Hac Suresi:78)
(Bu ayet-i celilede, Seyr-i Fillah makamında tarikata çalışmaya ve tarikat ehlinin bu işe seçildiğine işaret etmektedir).
(Burada son buldu).
(عزیز سیر الی الله كل ايده لم)
“Aziz seyr-i ilallah gel edelim.”
“Aziz kardeşim gel Seyr-i ilallah edelim.”
Aziz: Ulu ve Kavi demektir. Burada ise, şerefli kardeşim demektir.
Seyr-i İlallah: Latâiflerimizin bu âlemden Arş’ın üstüne kadar olan manevi yürüyüşüdür.
Mustafa İsmet Garibullah (Kuddise Sirruhu) Hazretleri bu mısrasında da kulları, Seyr-i İlallah’a davet ediyor.