Sohbetleri

Allah’a inanmayanlara uymanın büyük zararları.

Tevbe Suresi 32 – 35. Ayet-i Kerimeler.

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله الذي هدينا لهذا وما كنا لنهتدي لولا أن هديا الله لقد جاءت رسل ربنا بالحق

;صلوا على رسولنا محمد

اللهم صل على سيدنا ونبينا محمد وعلى آل سيدنا محمد
;صلوا على شفيع ذنوبنا محمد
اللهم صل على سيدنا ونبينا محمد وعلى آل سيدنا محمد

;صلوا على طبيب قلوبنا محمد
اللهم صل على سيدنا ونبينا محمد وعلى آل سيدنا محمد

بسم الله الرحمن الرحيم
يريدون أن يطفئوا نور الله بأفواههم ويأبى الله إلا أن يتم نوره ولو كره الكافرون (٣٢) هو الذي أرسل رسوله بالهدى ودين الحق ليظهره على الدين كله ولو كره المشركون (٣٣)، يا ايها الذين آمنوا إن كثيرا من الأخبار والرهبان ليأكلون أموال الناس بالباطل ويصدون عن سبيل الله والذين يكنزون الذهب والفضة ينفقونها في سبيل الله فبشرهم بعذاب اليم )يوم يحمى عليها فى نار جهنم فتكوى بها جباههم وجنوبهم و ظهورهم هاذا ماکنزتم لانفسكم فذوقوا ماكنتم تكنزون(٣٥)

Risale-i Kudsiyye’den

ومن الأصول في الطريقة العلية النقشبندية الخالدية الدعوات في حق ظل الله عز وجل في العالمين

أصول خالديده بودر آداب
توجه وختم اولورکن جمله اصحاب
شهنشاهه دعا ايتمکدر احباب
إيدوب آداب و اسلاف واقطاب
صلاحله ایت دعا حقه کيده لم
جمال باكماله سیر ایده لم

(و من الأصول) Usuldendir, asıllardandır, kaidelerdendir, temellerdendir, nerede? ( في الطريقة العلية النقشبندية الخالدية ) Tarikatı alıyyeyi Nakşibendiyye-i Halidiyye de, ne? ( الدعوات ) dualar etmek, kimler için dualar etmek? ( في حق ظل الله عز وجل ) Allah azze ve cellenin gölgesi olan padişah için, nerede Allah’ın gölgesi? ( في العالمين ) alemlerde.

“Aziz ve celil olan Allah’ın alemlerde gölgesi olan padişahlara (İslâm memleketinin muhafızı olan müslüman hükümet adamlarına) dua etmek Nakşibendi tarikatının usûlündendir.”

Nasıl dua etmeyelim ki? Onlar teb’asının dinini, namusunu, nefsini, malını canını koruyor. Bu sayede halk rahat ediyor, kötülüklerden, fenalıklardan uzak kalıyorlar, dünyevi ve uhrevi vazifelerini huzur-i kalple yapıyorlar. Onun için duaya layıktırlar.

أصول خالديه  بودر آداب ،

“Usûl-i Halidide budur adab”

Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunda adap (edepler) şöyledir:

توجه وختم اولوركن جمله أصحاب

“Teveccüh, hatm olurken cümle ashab”

Mürşid müritlerine teveccüh ederken ve hatm-ı hacegan yaparken bütün ihvanlar,

شهنشاه  دعاء اتمكدر أحباب

“Şehinşaha dua etmektir ahbab” Şahinşaha (padişaha) dua edilir.

ايدوب اداب قمو أسلاف واقطاب

“İdüp adab kamu eslafu aktab”

Bütün geçmişler ve kutuplar bunu adap olarak yapmışlardır. Öyleyse

صلاحله ایت دعا حق كيده لم جمل باكماله سیر ایده لم

“Salahla et dua Hakk’a gidelim. Cemali ba kemâle seyr edelim.”

Yani o padişahların iyiliğine dua et. Nasıl? “Ya Rabbi onları düşmanlarına galip eyle. Şer-i şerifi korumaya muvaffak kil. Takvadan ayırma. Rıza-i şerifin üzere iş gördür, şeriata hadim eyle.” gibi dualarla onlara dua et.

İnsan kendisini muhafaza edene dua etmelidir. Derdimiz din olmalıdır. İslâmda kavimcilik, taraftarlık yoktur. Bu dine kimden menfaat geliyorsa biz ona duacıyızdır.

Bu hususta buyuruluyor ki:

وما من دابة في الأرض ولا طائر يطير بجناحيه الأ أمم أمثالكم

“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (göklerde) iki kanadıyla uçan kuşlardan (ne varsa) hepsi ancak sizin gibi ümmetlendir (onlarında hâlleri, rızıkları, ecelleri takdir edilmiş ve yazılmıştır).” (Enam Suresi:38) Insanlar nasıl bir ümmetse diğer mahlûkatta öyle ümmettir (muhtelif cinslerdir). Kuşlar da, koyunlar da, karıncalar da hep ümmetlerdir. Başlarında da bir reisleri vardır.

Kur’an-ı Kerim’de Süleyman (Aleyhisselam) in kıssası anlatılırken bu konuya temas edilmiştir. Estaizubillah:

حتى اذا اتوا على واد النمل قالت نملة یا ایها النمل ادخلوامساكنكم لا يحطمنكم سليمان وجنوده وهم لا يشعرون

“Nihayet (Süleyman (Aleyhisselam) ve ordusu Şam’daki karınca vadisine vardıkları zaman karıncaların reisi olan bir karınca şöyle dedi: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin Süleyman ve ordusu sizi farketmeyerek kırıp ezmesin.” (Neml Suresi 18) Her karınca bir vazifede. Kimi karınca rizık temin ediyor, kimi yuva yapıyor. Başlarında da bir reis var. Onları bekliyor. Gelebilecek zararlardan korumak için onları gözetliyor.

Ayet-i celilede Mevlâ Tealâ: ( قالت نملة ) buyurdu. Kelimenin sonunda:(ة ) müennislik alâmetidir. Anlaşılıyor ki karıncaların reisi dişi idi. Hayvanlarda dişi reis olabilir. Ama insanlarda reisin kadın olması doğru değildir. Zira namahremlik durumu vardır.

Fikihta kadından hakim olur denir? Lakin kim tayin ederse günahkar olur. Zira mahkeme edileceklerin çoğunluğu erkektir.

Hakime olan kadın onlar arasında hüküm ederken nasıl onlar ile konuşacak yahut ne şekilde onlara bakacak.

Sonra Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

لن يفلح قوم ولوا امرهم امراة، قاله لما بلغه: أن أهل فارس قد ملكوا عليهم بنت كسرى

“İşlerini (başkanlığı) doğrudan doğruya bir kadına bırakan kavim asla felah bulamaz.”

Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) bu sözü: “Faris ehli başlarına kisranın kızını idareci yaptılar.” haberi kendisine ulaştığı zaman söyledi. Kadının reis tayin edilmeyişi ona, hürmettir. Şerefini, namusunu, muhafaza etmek içindir. Bu bakımdan Allah Tealâ kadınların evlerinde oturmalarını emir buyuruyor.

Allahımızın şu büyüklüğüne bakın ki karıncadan reis tayin ediyor. Allah’ın kudreti ile oluyor bu işler. Size soruyorum. Reis olan karınca diğer karıncalara yuvalarına girmelerini aksi takdirde ezilebileceklerini haber verdikten sonra onların içlerinden biri emri dinlemeyip yuvaya girmese ve sonuçta ezilse suç kimindir? Reisin mi? Emre itaat etmeyenin mi?

İşte en şerefli mahluk olan insan, yaradanının emrini tutmazsa kendisine bundan sebep bir zarar isabet ettiğinde, kimi kime şikâyet edecek?

Meselâ Allah-u Tealâ, Resulü vasıtasıyla kadının kapanmasını emir buyurdu. Hanımlardan biri bu emri dinlemese ve tevbe etmeden ölse, ahirette onu ateşler kaplasa kime bağıracak, ne diyecek…

Allah’a şükür olsun ki, siz çarşafınızı her yerde giyiyorsunuz. Bir insan müslümanların yanında çarşaf giyse, münafıkların yanında giymese onun Allah ile alakası yoktur. Siz öyle değilsiniz, size karşı hüsnü zannım kavidir.

Mevlâ Tealâ bizi müttekilerden etsin, zahiren ve batinen, kavlen ve fiilen hep şeriat üzere olalım.

DERSİMİZİN AYET-İ KERİMELERİ

Allah Tealâ ve Tekaddes Hazretleri bizim Mevlâmızdır. Daima bizim için fayadalı olana yol göstermekte zararlarımızı bizlere haber vermekte ve her çeşit kötülüklerden bizi kaçındırmaktadır. Hz. Ali (Radiyallahu Anh) Efendimiz buyuruyor ki:

الناس نيام فاذا ماتوا انتبهوا »

“İnsanlar uykudadır. Ne zaman ölecekler o zaman uyanacaklar.” Halbuki öldükten sonra uyanmanın ne faydası var.

Ancak biz kendimizi öyle bir uyandıralım ki, bize menfaatlh olsun. O da nedir? Nefsi öldürmek, sevgili Allah’ımızda fani ve baki olmaktır. işte bu ölüm ölmeden evvel olan ölümdür. Bununla uyanırsak zararlarımızı telafi etmiş oluruz. Yapacağımız ticaretimizde muvaffak oluruz.

Bugünkü ders bizleri düşmana karşı uyarıyor. Düşmanın arzuları bizim için son derece büyük tehlikedir. Halbuki bunlar kendileri için de tehlikedir. Ancak buyurulduğu üzere:

(…اولئك كالانعام بل هم اضل …)

“Onlar hayvanlar gibidir. Belki daha da aşağıdır.” (Araf Suresi:179 dan) Hayvan ne anlar tehlikeyi, zararı. Biz bile zor anlıyoruz. Güzel düşünelim ki anlayalım.

Şimdi ayetimize başlayalım.

يريدون أن يطفئوا نور الله بافواههم ويأبي الله الا أن يتم نوره ولو كره الكافرون

(يريدون) (Düşmanlar, kâfirler) murad ediyorlar, neyi murad ediyorlar, neyi arzu ediyorlar? ( ان يطفؤا ) söndürmelerini, neyi söndürmelerini? ( نور الله ) Allah’ın (celle Celaluhu) nurunu, ne ile? ( بافواههم ) ağız larıyla, (ويابى) imtina ediyor, kim?( الله ) Allah-u Tealâ Hazretleri eşyadan hiç bir şeyi murad etmiyor, istemiyor), ( الا ان يتم ) ancak tamamlamayı murad ediyor, neyi? (نوره ) nurunu, (ولو كره ) kerih görsede, hoşlanmasa da, çatlasada, kim? ( الكافرون ) kâfirler.

“Onlar (o düşmanlar, kâfirler) Allah-u Tealân) in nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler, Allah (-u Tealâ) ise nurunu tamamlamaktan başka birşeye razı olmaz. Velev ki kâfirler hoşlanmasınlar.”

Kimler bu kâfirler? Onlar öyle kimseler ki, bir istisna hepsi murad ediyorlar, arzu ediyorlar, canlarını, mallarını batil yol için sarfediyorlar. Biz hak yol için ufacık bir paramızı sarf edemiyoruz. bizim hâlimiz nice olur?

Mevlâ Tealá Hazretleri bu ayeti celilede gerek kitap ehlinden, gerekse müşriklerden olan bütün kafirlerin bu düşmanlıklarına, bu arzu ve isteklerine rağmen “Halbuki Allah Tealâ nurunu mutlaka tamamlayacaktır. İsterse kâfirler hoşlanmasalar.” buyurarak: “Ey müşrikler. Halâ nefsinizin havası uğrunda bu büyük zarar görmemeye devam edecek misiniz?” diye kâfirleri ikaz ediyor.

Bu ayet-i te’kid eden çok ayetler vardır. Bunlardan birisi şu ayet-i kerimedir:

ودوا لو تكفرون كما كفروا فتكونون سوآء

“Onlar arzu etmişlerdir, sevmişlerdir ki kendilerinin küfrettikleri gibi sizde küfredip onlar ile müsavi olasınız.” (Nisa Suresi:89 dan) İşte kâfirlerin sevdikleri budur. Az mı nail oldular bu arzu larına? Az mı bu milleti dinden uzaklaştırdılar? Küfür bulaşıkları hemen hemen bütün islam memleketlerini istila etti.

Birde Sure-i Bakara’dan okuyacağım size. Ama gözü açmadıktan sonra okumak neye yarar? Hâlâ Avrupa’nın modası peşindeyiz. Bu modaları icad edenler Allah’a inanmayanlardır.

Allah’a inanmayanlara uymak insanın başına büyük bela getirir. Yarın ahirette Allah’ın huzurunda insanı rüsvay eder.

Görüyorsunuz milletin hâlini. İşte Yunanistan’ın hali. Dost gibi görünmeye çalışır fakat düşmandır.

ولا يزالون يقاتلونكم حتى يردوكم عن دینکم ان استطاعوا ومن يرتدد منكم عن دينه فيمت وهو كافر فأولئك حبطت أعمالهم في الدنيا والآخرة واولئك اصحاب النار هم فيها خالدون

“Onlar muktedir olabilseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaştan geri durmazlar. Sizden ise her kim dininden dönüp de kâfir olarak ölürse artık onların bütün amelleri dünyada da ahirete de mahvolur. Ve onlar artık cehennem ehlidirler. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Bakaru Suresi217)

Mevla Tealâ buyuruyor ki: “Niçin düşmanlarınıza uydunuz da, onların düşmanlığını anlamadınız? kötülüklerini sezmediniz, avlanan balıkçının kancasına yakalanan bir balık gibi, sizler de onların kancalarına takıldınız.” Mevla Teala Hazretleri bizleri uyanyor ama uyanan kimdir, dostun tenbihinden anlayan kimdir?

Dünyada iken arzu ve istekleri din-i mübin-i İslamdan kaldırmak olan kafirlerin ahirette temennileri değisecek: “Ah ne olaydı Bizde müslüman olsaydık.” diyecekler. Fakat müslüman olma zamanı geçtiğinden temennileri fayda verme yecektir.

Mevla Teala Hazretleri kafirlerin “müslüman olsaydık” arzusunu ayetinde beyan buyurmaktadır.

ربما يود الذين كفروا لو كانوا مسلمين


“Kafirler çok kere arzu edeceklerdir ki keşke müslüman olmuş olsaydılar.” (Hicr Suresi:2) Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Kıyamet gününde kâfirlerin hepsi ve müslümanların günahkarları cehenneme girip orada toplandıkları zaman kafirler müslümanlara:”Siz müslüman değil miydiniz?” diye sorarlar. Müslümanlar: “Evet, müslüman idik” derler. Kafirler. “Gürdünüz mü? Sizin müslümanlığınız size bir kar sağlamadı, siz de bizimle beraber cehennemdesiniz.” derler.

Müslümanlar ise: “Hayır! Öyle değil. Biz dünyadayken işlediğimiz bir takım günahlar sebebiyle buradayız.” derler.
Bu konuşmaları dinleyen Mevlâ Tealâ kâfirlere gadap eder ve fazl-ı keremiyle cehennemde bulunan bütün müslümanların çıkarılmasını emreder ve müslümanlar cehennemden çıkarlar o zaman kafirler “Ah! Keşke bizde müslüman olsaydik şimdi müslümanlar çıkarıldığı gibi biz de çıkardık.” diye hasret çekerler. Yani ya müebbed, ya da muvaffak olmak üzere yanmak var. Bazı günahkar müslümanlar onlarla beraber yanacaklar.

Ancak maalesef düşünüp de ibret alan çok az insan var. Küçük bir kız dahi bakıyoruz ki çeşitli arzu ve isteklerin içerisinde: “Ben şu olacağım, bu olacağım.” diyor, cehennem hiç hatırına gelmiyor. Din, iman umurunda değil. Çünkü ana baba bozuk. Başlarına bir belâ geldi mi de pişmanlık içerisinde ağlarlar.
Kul Allah’ı bilirse Allah’da ona düşmanlarını tanıttırır. Kul Allah’tan korkarsa Allah’da düşmanlarını ondan korkutur. Ne gibi? Peygamber (sallallahu Aleyhi ve sellem) Efendimizden müşriklerin korktukları gibi. Zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Bir aylık mesafede bulunan düşman benim ismimi işitse onun kalbine korku düşer.”

Şimdi zararın neresinden dönersek kârdır. Sorarım size, Türkiye’deki insanların kaçı dogru yoldadır. Muhakkak ki bunun gerçek cevabı verilse mümin olanlar çok üzülecektir. Kur an-ı Azimüşşan başımızın üzerinde güneş gibi parladığı, açık bir lisanla beyan buyrulduğu halde bu duruma gelindi.
Hiç olmazsa biz bu kadar hakikatları konuşuyoruz, dinliyoruz: biz doğru yolda olalım. Keyifleri bırakalım. Şu zalim nefis keyfe çok düşkündür. Dünya yansa onun umrunda olmaz.

Düşman istilasına uğradığı zamanda dayanamaz inim inim inler Ya erhamerrahimin! Bizi kendi başımıza bırakma. Amin!

Bakın düşman silahlanalım diyor. İlk hedefi Türkiye’yi almak. Tarihe baktığımızda birçok defalar Türkiye’nin düşman saldırılarına maruz kaldığını görürüz, neyimize güveniyoruz.

Mevlà bizden yardımı keserse onlara yeniliriz. Onun için dikkatli olalım. Şimdi bize çok uyanık olmak düşüyor.

Şimdi ayetimize dönelim. Mevla bizi uyandırıyor fakat uyanmak isteyen yok denecek kadar az. İnsanlar çok derin bir uykuda. Neler oluyor. Bu millet Avrupa’nın sinemasına, tiyat rosuna, kulubüne, maçına, haçına herşeyina aşık olup Allah’a baş düşman olmuşlar.

Onun için Mevlá Tealâ buyuruyor: “(O aşık olduğunuz, hayran kaldığınız kâfirler var ya) Allah’ın ((Celle Celaluhu) nurunu, Kur’anını, ağızlarıyla söndürmek isterler. Allah Tealâ ise nurunu tamamlamaktan başka birşey murad etmez. İsterse kâfirler bundan hoşlanmasınlar.”

Şimdi bundan şu işareti anlıyorum acizane, rabbimin izniyle. Onlar ne kadar büyük silahlarla, ne kadar kalabalık ordularla, ne kadar fazla kuvvetlerle Kur’an-ı söndürmeye çalışır olsalarda, Mevlâ’nın nurunu söndürmeye uğraşmaları, Kürre-i arzdan Mevla’nın güneşine üflemeye benzer.

Ancak bunu yapabilirler. Dünyadan güneşe üflemekle birşey olur mu? Olmaz.

işte en büyük güçleriyle Kur’an-ı söndürmeye çalışanlar da hiçbir şeye nail olamazlar.
Fakat! Bir fakat var. O nedir?
Eğer müslümanlar Kur’an-ı Kerime sahib çıkmazlarsa o zaman kâfirler muradlarına erer. Meselâ müslümanlar kesilmeyi bekleyen bir buzağı gibi yere yatarlarsa, kâfirlerin çizmesi altında ezilirler. Ne kadar acıdır ki günümüzdeki müslümanların çoğu böyledir.

Kur’an-ı Kerim’e, ilme, medreselere, sakala, sarığa, çarşafa sahip olsaydık şimdi nerelerdeydik. Fakat bugüne kadar bunlara gereken önem verilmedi. İnşallah şu kadar çarşaf giyenlerin hürmetine Mevlâ Tealâ memleketimizi düşmanların eline vermez. Sizler buna inanın. Ancak arada sırada öyle haberler geliyor ki, çarşaflı bir hanımın Avrupa modasına meyyal oldugunu ve benimsediğini duyuyoruz, olur mu böyle şey?! Müslüman bir hanım dininden asla taviz vermemelidir. Bu mülkün Allah’ı (Celle Celaluhu) vardır. İmansızlar onu saymıyorlar. Demin dediğimiz gibi onlar anlamaz bizde mi anlamayalım.

Allah (Celle Celaluhu) nurunu nasıl tamamlıyor biliyor musunuz? Herkes din-i mübini İslâmı bir tarafa bırakıp nefse, keyfe ve Avrupa’nın modasına uyduğu vakit o arada, Kuran’ı anlamaya ve amel etmeye çalışan bir takım insanlar çıkıyor.

Meselâ bize İzmit’ten birisi geldi. Bütün zeytinlerimizde afet var, ağaçlarımız mahsul vermiyor dedi. O zeytinlikte bir zaman sonra bazı patlamalar olup yeni filizler bitecek. Sonra bir bakacaksın o filizlerden yeni zeytinler canlanacak.

İşte bir küfür rüzgarı gelince bütün müminleri kupkuru bir hâle getirir. Fakat aradan küçük bir çocuk çıkar. Koca zeytin ağaçlarının kuruyup arasından bir filizin çıkması gibi İslâmiyeti canlandırır.

وهو على كل شئ قدير

“O (Mevlâ Teala Hazretleri) Her şeye kadirdir.”

Bir polis kızını medreseye tahsile verdi. Çocuk İslâmi ilimler okudu ve yetişti. Babası birgün dedi ki:”Bu kızla derde kaldık. Sabah namazına vaktinde kalkmamız için zorla üstümüzden yorganı atıyor.

Allah’dan (Celle Celaluhu) ümid kesmemeliyiz. Onun için sizler kendinizi az olarak görmeyin. Onlar, çok olsa da muhakkak Allah Tealâ Hazretleri müminlerle beraberdir. Yalnız bizler okuyalım, amel edelim.

Soruyorum size düşman teyyareleri İstanbul üzerine gelse bomba atsa nereye kaçılır. Farzedelim ki kaçtık, kırlara gittik.

Orada bakkal mı var, fırın mı var. çeşme mi var, eczane mi var, hiç biri yok.

Allah’ın dinine karşı nedir bu yapılan zalimlikler. Rahmetli anam şöyle anlatırdı: Ben 7-8 yaşlarında iken Ruslar geldiler, bizi memleketten çıkardılar, sırtlarda un torbası, önümüzde inekler, kucaklarda, kundakta çocuklar deniz boyunca gidiyoruz.

Rus gemilerinin sahile doğru geldiğini görünce kendimizi bir dağın arkasına atıp saklanıyoruz. Arka arkaya bomba atılıyor. Bir defasında ineğimizin kafasına bir şarapnel isabet edip kafasını vurdu. Öyle gidiyoruz. Ama nereye gidiyoruz belli değil. Akşam oluyor girecek ev yok, mutfak yok, yiyecek yok, abdest alacak yer yok. Düşman insanı böyle rüsvaylıklara düşürtür, ahirette uğranılacak cezalar daha ağırdır.

Anam Fatsa’ya kadar gittik, diyor. Köylerine çıktık. Yine bir kere inekleri bekliyoruz. Ermeniler mi, Rumlar mı bilemiyorum birileri geldiler. Ben onları görür görmez ifteri dediğimiz uzun eğrelti otların altına saklanarak kaçtım. Beni göremediler. Düşmanlar farketseydiler acaba anamin hali ne olurdu.

Bunun gibi daha fazla ne rezaletler olurdu.

Bizi aslında kimse yenemez. Ancak nefis ve şeytan yendirir. Gene söylüyorum. Mevlâ’ya itaat edelim Islâmiyete sıkıca sarılalım. Bize keyf yok. Bize Islâmiyeti yaşamak var. Biz Mevlaya kulluk için yaratıldığımızı hiç unutmamalıyız. Bu âyât-ı beyyinat görüyorsunuz tam zamanına göre ders veriyor bize.

هو الذي أرسل رسوله بالهدى ودين الحق ليظهره على الدين كله ولو كره المشركون


هو O (Allah Celle Celaluhu) ( الذي ) öyle Allah ki ( ارسل ) gönderdi, kimi? ( رسوله ) peygamberini, ne ile? ( بلهدى ) hidayet ile (Mevlâ Tealâ’nın rızasına ulaştıran yolla), daha ne ile? ( و دين الحق ) hak din ile, niçin? ( ليظهره )o dini galip etsin için, ( على الدين كله ) bütün dinler üzerine, ( ولو كره ) kerih görse de (hoşlanmasada), kim? ( المشركون ) müşrikler.

“O Allah, Resulünü hidayet ve hak din ile gönderdi ki o dini bütün dinler üzerine galip etsin. Velev müşriklerin hoşuna gitmesede.”
Allah-u Teala Hazretlerinin helak edici askerleri çoktur. Onlar bizi her yoldan yok edebilir. Işte mesela Bangladeş’te olanlar… Bangladeş, Bengal Körfezi kıyısında bir devlettir. Zaman zaman şiddetli yağışlar ve büyük fırtınalar olur. İşte orada son zamanlardaki bir yağış sebebiyle gene pek çok insan öldü. Arkasından da kolera başladı.

Ey müminler halâ, bize, bizim dinimize birşey olmaz diyorsunuz. Halkın yüzde doksandokuzu cahilliğe kapılmış, dininden imanından haberi yok, kötü yollara gidiyor. Neye güvenerek konuşuyorsunuz. Oğlunuzdan mı hayır var, kızınızdan mi hayır var, torununuzdan mı hayır var, halanızdan, teyzenizden mi hayır var, ananızdan babanızdan mı hayır var.
Bir zuhuratta piranımızdan biri tarafından denildi ki:
“Kardeşlerinize söyleyin süsü ve altını bıraksınlar.”
Ben sizi süzülmüş altın zannediyorum. Fakat sizler bu iki şeyin (süs ve altının) delisisiniz. Bir evlilik olayında erkek, kız tarafına: “Ne istiyorsunuz?” diye sorunca istekler sıralanıyor. Bir Alman, bir Fransız, bir İngiliz evlenirken ne gibi modalar tatbik ediyorlarsa, onlara talip olunuyor.

Cehennemin 7 kapısı var. Nefsin de 7 kapısı var. Nefsin kapıları göz, kulak, ağız, mide, el, ayak, bir de erkeklik dişilik hali. Bu 7 şey var ya cehennemin 7 kapısı gibidir. Her birinden insan cehenneme girer. Yarabbi sana sığındık? Bilmeyenlerin yüzünden ve bizim yaptığımız kötülürlerden bizi helak etme.

Allah (Celle Celaluhu ), eğer sahip çıkan olursa bu dini mübin-i İslâmı koruyacağına söz veriyor. Mevlâ Tealâ Hazretleri Islâmiyeti hiç sahibi olmadan da koruyabilir, ama adetullah böyledir. Hatta yeryüzünde Allah denildiği müddetçe kıyamet kopmaz. Yeryüzünde Allah Allah diyenler eksile eksile bir kişi kalacak.

Cenab-ı Hak o bir kişiyi de bekleyecek, ne zaman o da başını ölüm yastığına koyacak o zaman kâinatı alt üst edecek.

Onun için bizi uyandırıyor.

Bütün düşmanlarımız İslâmiyeti yıkmaya çalışıyor. Nasıl yapıyorlar biliyormusunuz. Bir misal vereyim. Çocukluğumda bir buzağımız vardı. Onu seyretmek için rahmetli anamla ahıra inerdim. Bir gün gördüm ki ineğin arka tarafı iki parmak sığacak şeklide delinmiş. Anama: “bu ne?” diye sorduğumda, anam: “oğlum fare deldi.” dedi. Peki bu hayvan bunu hissetmedi mi? bir sinek konsa kuyruğunu sallıyor?” diye sorduğumda anam dedi ki: “Oğlum, onu üfleye üfleye deldi, yedi.”

İşte bizi de üfleye üfleye, aramıza sokula sokula böyle uyuşturup deldiler. Haberimiz yok. Çocuklarımıza verilecek en önemli şeyin dünyevi bir rütbe olduğu telkin edildi. Çocuklarımıza, eczacı olursan, doktor olursan, mühendis olursan çok para kazanirsin mersedesin olur, evin olur, herşeye sahip olursun denildi.

Evlerde din, iman kalmamış hâla İslâmiyete bir şey olmaz diyorlar. İşte Islâmiyet böyle yıkılıyor. Ama bu arada bu kadar kurumuş bir ağaç ve odun gibi olmuş anadan babadan bir filiz doğabiliyor. Yorganı atıyor üstlerinden, kalkın diyor, gece nanamazı kılın diyor.

Medrese hocalarımız, âli himmet olalım. Artık bezdik bu talebelerle uğraşılmaz demeyelim. Bakarsınız ummadığınız bir talebe ortalığa Islâmın nurunu saçar. Mevlâ’dan ümid kesilmez, gayret edelim. Ne yapalım, dîn-i mübin-i İslâmin ne zaman yüzü güldü ki? Garip geldi, garip gidecek. Ama bu arada: “Gariplere müjdeler olsun.” hadis-i şerifinin muktezasınca inşaallah maksuda ulaşırız.

يايها الذين آمنوا أن كثيرا من الأحبار والرهبان ليأكلون أموال الناس بالباطل ويصدون عن سبيل الله والذين يكنزون الذهب والفضة ولا ينفقونها في سبيل الله فبشرهم بعذاب أليم

يايها الذين آمنوا Ey iman edenler!(أن كثيرا ) muhakkak çokları, kimden? (من الأحبار) yahudi âlimlerinden, (والرهبان) hristiyan ra- hiplerinden (birçokları), ( ليأكلون ) elbette yerler, (أموال الناس) insanların mallarını, ne ile? (بالباطل) haksız yollarla, batıl sebep lerle, (ويصدون) menederler, neden?(عن سبيل الله ) Allah yolundan, ( والذين) öyle kimseler ki, ( يكنزون ) kenz yapıyorlar (hazine hâline getiriyorlar, topluyorlar), neyi? (الذهب ) altını, (والفضة) gümüşü,

(ولا ينفقون) infak etmiyorlar, (ها) onları (altınları ve gümüş leri), ( في سبيل الله ) Allah yolunda,(فبشّر) müjdele, kimi? (هم) onları (O altın ve gümüşleri biriktirip Allah yolunda harcamayanları), ne ile? (بعذاب) azab ile, oyle azab ki, (اليم) elem verici.

“Ey iman etmiş olanlar! Yahudi alimlerinden ve Hristiyan rahiplerinden çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve (insanları) Allah yolundan çevirirler. Ve o kimselerki altını ve gümüşü toplarlar da onları Allah yolunda sarfetmezler. Artık onları acıklı bir azabla müjdele.”

Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Beni Israil ne yaptıysa benim ümetimde aynısını yapacak.” Bu haber kulaklarımızı çınlatsın. Tek derdimiz dîn-i mübin-i Islâmi yaşamak olsun.

Bakın! Yahudi ve Hristiyan alimleri, sadece insanların mallarını haksız sebeplerle yemekle kalmıyorlar, paralarını alıyorlar, birde dinsiz ol diyorlar Yani dünyan da gitsin ahiretin de, böye şey olur mu?

Tefsir diyor ki: Altına “zeheb” dendi gidici olduğundan, yani elden gidicidir. Gümüşe “fizza” dendi dağılıcı olduğundan.

Altını, gümüşü sevmeyelim. Böyle şeylere değer veripte neden Allah’ın (Celle Celaluhu ) nazarından düşelim, cehenneme gidelim.

Peki ne yapalım? Altınları, gümüşleri Kur’an kurslarındaki talebe masraflarında kullanalam. O zaman Mevlâ Tealâ bizlere ahiret bilezikleri, altınları verir.

İşte bu ayet-i kerime de Mevlâ böyle buyuruyor:

يحلون فيها من اساور من ذهب ولؤلؤا
ولباسهم فيها حرير

“(Onlar) cennette altından bileziklerle ve incilerle donanacaklar (bezenecekler) orada giyecekleri de ipektendir.” (Hac suresi:25)

Yani insan gözünü dünyadan yummalı, ahirette açmalı.

İnsan hayatını bu yola vakfetmelidir. Ciddi söylüyorum, caiz değildir. Bir çocuk medresede aç, susuz dururken bileziklerin kollarda şıkır şıkır etmesi doğru değildir. Sandıkta, kasada, bankada yan yatması doğru değildir. Bakın, Rabbimiz bunun cezasını bize haber veriyor:

يوم يحمى عليها في نار جهنم فتكوى بها جباههم وجنوبهم وظهورهم هذا ما كنزتم لانفسكم فذوقوا ما كنتم تكنزون

(يوم) (Ahiret) gününde, (يحمى ) kızdınlacak, ( عليها)o zekáti verilmeyen, (biriktirilmiş altın ve gümüşler, mallar, paralar), ( في نار جهنم ) cehennem ateşinde, ( فتكوى ) yapıştırılacak, dağlanacak, (بها) o mallarla, ( جباههم) alınlar,( وجنوبهم ) yanları , ( وظهورهم ) arkaları, ( هذا ) işte şu (şimdi alnınıza, sırtınıza yanınıza vurulan, yapıştırılan levhalar), (ما) ol bir mallardır ki, ( كنزتم ) biriktirmiş deniz, ( لانفسكم ) nefisleriniz için, (فذوقوا ) tadın (bakalım azabı), (ما) ol bir sey sebebiyle ki, (كنتم ) siz oldu nuz, (تكنزون ) biriktiriyor.

“O günde, bu biriktirilen altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılıp onunla alınları, yanları ve arkaları dağlanır. İşte bu kendi şahıslarınız için hazine haline getirdiğiniz dir, artık toplayıp biriktirdiğinizin tadını tadınız denilir.”

Hanımlar! Zekâti verilmesi gereken gizli şeyleriniz vardır, çıkarın şimdi. Gizli yerde yanarsınız kimse kurtaramaz sonra sizi. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cemaatle namaz kılarken selam verir vermez süratle tesbihlerini çekerek hücre-i saadetlerine gittiler, evlerinde bulunan zekat malını dağıtıp geldiler. Sorulduğunda buyurdular ki: “Evde zekat mali vardı.
Bir an dursa Mevla beni hapseder diye korktum.” Zekat saati geldimi verilecek. Diyelim Ramazan-ı şerifin 15’inde verdin öbür sene 15’i gelince o malın kırkta biri senin olmaktan çıkar. Fakirin hakkıdır artık. Hemen o saat ayrılacak o para. Daha çalıştırılmayacak. Aksi halde malına haram katmış olursun. Maalesef zenginlerimiz böyle vermiyor.

96 gr altın ve onun karşılığı para oldu mu üzerinden de bir sene geçtiyse onun zekâtının verilmesi lazımdır. Eğer verilmezse, insan ayet-i kerimede beyan buyurulan cezaya mustahak olur. Allah-u Teala Hazretleri: “O gün cehennem ateşinde, o zekati verilmeyen paralar, demirden levha gibi kızdırılıp alnına, yanına ve sırtına yapıştırılacak” buyuruyor.Niçin biliyormusunuz? Zengin olan mal sahibine, bir fakir gelip, bir şey istediğinde bu onun hoşuna gitmez ve bunun eseri ilk önce yüzünde görülür. Alnı kırışır, kaşlar çatılır sonra ona yanını çevirir ve arkasını döner gider. Işte bundan dolayıdır ki kıyamet gününde azab bu üç azada cereyan eder.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı